Anouar Brahem / Conte De L'Incroyable Amour |
Doksanların ortasıydı bu
albumü keşfettiğimde. O dönemler klasik cazdan ziyade biraz daha etnik
müziklere merak salmıştım. Üflemeli, vurmalı ve yaylı çalgıların farklı tınısı
ve harmanı.
Bu merak Peter Gabriel’in 1989
yılında çıkardığı “Passion” albumü ile başladı. “Günaha Son Çağrı” adlı
filmin soundtrack albumü olan “Passion” beni çok etkilemişti ve aylarca
usanmadan dinlemiştim. Hatta o dönemlerde televizyonlarda izlediğimiz körfez savaşı
görüntülerinin arkasında çalan “the feeling begins” şarkısı sanırım herkesin
aklına kazınmıştır. Sonrasında Ravi Shankar, Jan Garbarek, Stephan Micus gibi
sanatçıları, Don Pullen’i de “Sacred Common Ground” albumüyle
keşfetmiştim. Anouar Brahem’in bu albumünü de arşivime o dönemlerde
ekledim. Yukarıda saydığım sanatçıları halen büyük bir keyifle dinlerim ama
Brahem’in bu yelpazede yeri benim için bambaşkadır.
Brahem 1957 yılında Tunus’ta
doğmuş, gravür ve hattat ustası bir babanın oğludur. Sanat ve zanaatın içinde
olan babasının teşvikiyle 10 yaşında ud estrümanıyla tanışır. Profesyonel müzik
hayatına kendi besteleri ve solo konserleriyle başlamıştır. Tunus dışına
çıkarak birçok ülkede ve özellikle Fransa’da birçok önemli sanatçıyla tanışır.
Bu sayede solo çalışmalarına perküsyon tatları da eklemiştir. Farklı kültürler
öğrenmiş ve bunu müziğine yansıtmıştır. Arap kültürüyle güzel sentezler oluşturmuştur.
“Bana burada Enver İbrahim
olarak seslenin” diyen mütevazı udi, ülkemizde de konser vermiştir. Konser
sonrası birkaç dakika sohbet etme şansı bulmuştum. Müziğini icra edişi gibi,
bakışı ve konuşması da dingindi. Hani olur ya, karşısına oturayım o anlatsın
ben dinleyeyim sessizce dersiniz. Öyle hissettim o an.
Albumde neyin ya da kimin
aşkını anlattı merak etmiştim, soramadım. Ama verebileceği cevabı düşündüm :
“quoi ou qui que ce soit, l’amour est tellement divin et eternel. Toujours
douloureux mais jamais cruel...”
“Ne ya da kim olursa olsun, aşk o kadar yüce
ve sonsuz bir duygu ki. Bir o kadar acı veren ama asla acımasız değil...”
“Conte de l’Incroyable Amour”
albumünü hep bu duygularla dinlemişimdir. Zaman zaman insanın içindeki coşkuyu
ve kıpır kıpırlığı anlatan parça ve geçişler, zaman zaman çaresizliği
vurgulayan bölümler, zaman zaman da hüznün insanın içindeki ışığı nasıl da
kararttığını fısıldayan notalar ile dolu şiirsel bir album.
Bu sade ama yoğun, insanı
uzaklara götüren albume çok önemli isimler eşlik etmiş.
Brahem’in Ud ustalığına eşlik
edenler
Barbaros Erköse, klarinet
Kudsi Erguner, ney
Lassad Hosni, bendir ve
darbuka
Albumün ismini aldığı şarkı, 5.
sırada.
Şarkı süresi 10.50
İlk 1.30 dakikalık giriş, bana
hikayenin yani aşkın sonu gibi geliyor hep, uda eşlik eden klarinet. Aşkı
yaşayanı teselli etmeye çalışan benlik gibi. Sonrasında hikayenin başına gidiyoruz.
Udun şenlikli çalışı, darbukanın kalp atışları gibi şarkıya ve duyguya eşlik
etmesi, heyecanlanması. Sonrasında gelen korku, endişe ve hüzünle sonlanan
hikaye. Ney’in müthiş iniş çıkışları, perküsyonun insanın içine işleyen hissi.
Şarkı sonunda ilk 1.30’luk
bölümün acısını ve kabullenmişliğini anlıyorsunuz aslında. Peşinden gelen şarkı
“Peshrev Hidjaz Homayoun” insan ruhuna, duygularına ve hatta ümitsizliğe
yazılmış sanki. Erköse ve Erguner birlikteliği, uyumları, ustalıkları ve tabii
makamlara olan derin bilgileri bu yorumu daha da etkili kılmış bence.
Ne gariptir ki “aşk” acıtsa
da, insanı bazen yerden yere vursa da, yine de her zaman yaşamak istediğimiz
bir duygudur...
Tabii tüm bunlar benim kişisel
görüş ve yorumlarımdır.
Sevgiler
Erkan Tezcan